Stajyer yarışçı gözüyle Rally D’orien

Çok şükür yarıştan sağ salim döndüm… Benim için gerçekten çok önemli bir tecrübeydi. Bu önemli tecrübeyi elbette ki sizle paylaşacağım. Şimdi her şeyi biraz başa sarıp anlatayım. Tüm bu yarış macerası, ayıptır söylemesi, bendeniz, 4 seneden sonra ilk kez fırsat bulup sahilde uzanmış, arkadaşlarımla geyik yaparken, sevgili Kemal Merkit’in bir telefonuyla başladı.

Kaldı ki o zamana kadar hiç bir tanışıklığımız yoktu Kemal’le… Büyük şanssızlık… Dünya tatlısı bir adam… Neyse işte bu telefonla ben İstanbul’a döndüm. Benim katılacağım kesinleştiğinde, yarışa 10-12 gün bir şey kalmıştı. Biz Kemal Merkit, Kutlu Torunlar’la beraber üçümüz Opet Cross Country Racing Team olarak katıldık. 

Ömrü hayatında bu tip organizasyonların hiç kıyısından bile geçmemiş bir çömez olarak bu zaman zarfında ne öğrendiysem Kemal, Kutlu, Selim, Timur’dan öğrendim. Mesela en başta, öyle ‘hadi ben yarışa gidiyorum’ deyip gidilmediğini öğrendim. Çok ciddi bir ön hazırlığı var. Özel bir motosiklet, özel kıyafetler, kayıt prosedürleri ve aklınıza ilk anda gelmeyecek bir sürü küçük ayrıntı var. Ben sevgili takım arkadaşlarımın tecrübelerine sığınarak işin bu kısmına daha çok ‘gözlemci’ olarak iştirak ettim. Hatta adım ‘stajyer yarışçı’ya bile çıktı. 

Neyse Ankara’ya vardığımızda olay mekanında hummalı bir çalışma vardı. Kayıtlar için devlet dairelerindeki, ‘mühür bas yan masaya’ kıvamındaki prosedürü tamamladığınızda, start almaya hak kazanıyorsunuz. Ben bu prosedürün ‘p’ sini bilmediğim için kuyruk misali takılıyorum takım arkadaşlarımın peşine… Kapalı parkta start için bizi bekleyen motorlara bakarken aklımdan hep ‘Acaba başıma neler gelecek?’ sorusu geçiyor. Her şey o kadar ‘‘flu’’ki… Koskocaman bir belirsizlik. Start Ankara Hipodromda 400 metre ikili kalkışlarla başlıyor. Hemen akabinde ertesi günün start sıralamasını belirleyecek olan özel etaba geçiliyor. 

BEN NERDEN GİDİCEM

Kapalı parka gidip geçmemiz gereken yolları gösteren ‘road book’umu yerine takacağım ki o da ne çalışmıyor meret. Kalkış podyumuna geldiğimde, üzerimdeki o kıyafetler, kask gözlük, sıcak ve tabi ki heyecan yüzünden nefes almakta zorlanıyorum. Sonra kendi kendime ‘aaa abartma be eğlenmeye geldik alooo…’ diye teskin edip toparlanıyorum. Kalkışın hemen ardından normal etapta yol notum olmadığı için birilerinin peşine takılıp gidiyorum özel etabın startına. Yine çok sıcak. Herkes startını bekliyor. Merkit’i görüyorum önlerde… Beni görünce ‘oh çok şükür sağ sağlim gelmiş’ manalı bir gülücük atıyor bana. Start sırası bana geldiğinde gülümseyerek başlıyorum etaba. Arkamda peş peşe 2 atv ve 4-5 motor var. Etap sonunda tek isteğim, ‘suuuuu…’ Karnemi teslim etmek üzere normal etaba geçtiğimde yine road book çalışmadığı için takılıyorum önümdeki 3 motorun peşine. Ohh, hazır navigasyon. Paşa paşa giderken trafikte bir yol ayırımına geliyoruz. O da ne? Önümdeki motorların ikisi sağa biri sola gidiyor. ‘Nası yaaaa, ben nerden gidicem?’ derken ortada bir duraksıyorum. Sonra orana vurup iki motorun yanılma payı daha düşük diyerek, onların girdiği yöne giriyorum ki bir ‘o da ne?’ daha. İkisi de karşımda bana doğru geliyorlar. Hayda..

 sonunda yolu tutturup gidiyoruz finişe… Ben bu sıralama etabının sonunda her ne kadar sonunculuk bekliyor olsam da, akşam listede epey bir motoru arkamda bıraktığım yazıyor. Mesela Türklerden Selim teknik arıza yüzünden, Kemal Kantarsa pek temkinli takılmasından dolayı arkamda start alıyorlar. 

Ertesi gün asıl er meydanı açılıyor. Kafamda bin tane soru işareti. Bir ara yürümekte bile zorlandığım bu kıyafetlerle, hayatımda ilk kez kullandığım ralli motoruyla, hiç tanımadığım, tecrübe etmediğim yol koşullarında, ‘‘deli mi dürttü de’’ bunu yapıyorum kendime diyorum. Ama start aldıktan sonra aklımda hiçbiri kalmıyor. Yol olmayan benim için normalde ‘‘hadi gel şurdan geçelim’’ deseler, ‘‘yok abi ben almayayım’ diyeceğim yerlerden bir cesaret kaptırıp gidiyorum. Ve asıl zor iş road book takip etmek… Yavaş gidip navigasyon hatası yapmamaya çalışıyorum. Arkamda start alıp gazlayarak beni geçen bir sürü motoru navigasyon hatası yapmadığım için yolda yakalıyorum. Her biri başka bir yönden geliyor. Süratliyken navigasyon hatası yapmak çok daha olası. Ve hepsi bu olasılığa dahil oluyorlar. Çok keyifli 70 km’nin sonunda tuz gölü kenarında devam eden etap yavaş yavaş bana dişlerini göstermeye başlıyor..

Motor üstümde helikopter tepemde

‘Kumda motor nasıl gider?’ sorusuna deneme yanılma yoluyla cevap bulmaya çalışırken, aynamda biz toz bulutunun inanılmaz bir hızla bana doğru geldiğini fark ediyorum. Hemen Kemal Merkit’in sözleri aklıma geliyor; ‘Bak otomobiller motorlara bu uzun etaplarda mutlaka yetişir ve kimseyi tanımazlar, ölümüne geçerler yanından. Çok dikkatli ol. Güvenli bir yerde dur bekle geçsinler. Beni bile düşürüyorlardı geçen senelerde, aman diyeyim Allahsız bunlar, çok dikkat et…’ Aynamdaki toz bulutunu ensemde hissetmemle kendimi öyle bir atıyorum ki yarım metre yüksekliğindeki tarlaya. Motosikletimle iyice havalanıp konuyoruz tarlanın ortasına. Daha doğrusu motor benim üstüme konuyor. Sol ayağım tamamen motorun altında feci sıkışmış durumdayım ve kalkamıyorum. Tepemdeyse leş kargası gibi bir helikopter dolanıyor sürekli, ‘Hah ha salağa bak kalkamıyor…’ ‘Bire 10 veririm kalkamayacak…’ diye konuşarak beni seyrettiklerini düşündüğüm anda kan beynime sıçrıyor ve ‘şiiii-raaa’ tadında ‘güç bende artıııık’ diye bağırarak tutup atıyorum motoru üstümden. Birkaç otomobilin daha geçmesini bekleyip motoru yerinden ışın kılıcımla kaldırıp devam ediyorum yola. Tabi ‘geliyorum yol ver’ sinyali göndermeyen otomobile küfür ede ede gidiyorum. Öyle bir sinyal mi var demeyin evet var! Arkadaki sizi gördüğü anda kornaya bastığında özel bir sistemle sizin motorunuzdan keskin bir sinyal duyuluyor. Bunu duyduğunuzda da yol vermeye fırsatınız oluyor. Adamlar düşünmüşler ama bir de kullansalar. Günün sonunda, verdiğim iki kilo, dudağımdaki uçuk, her kasımın ‘ben yarın gelmiyom, bana ne banane…’ diye sızlamaları dışında enteresan bir şey olmuyor. Bir sonraki günün start listesinde 37’inci sırada ismim yazıyor olmasına rağmen, tüm mantığımı kullanıp, yarışın tamamını bu kondüsyonla tamamlayamayacağının farkında olarak sabah start saatimde, oteldeki odamda deliksiz bir uykunun ortasında, rüyamda dağ tepe, tam gaz gidiyorum.. .. 

Yarışın sonunda

7 günlük yarışın sonunda takım arkadaşlarımdan Sevgili Kemal Merkit Genel klasmanda 10’uncu, Kutlu Torunlar 23’üncü Timur sağlam ATV’siyle 26’ıncı, Kemal Kantar ise 27’nciliği aldılar. Anlatmadan edemeyeceğim. Şimdi Kutlu ile Kemal arasında çok tatlı bir çekişme vardı. Eğlenmeyi bilen adamlar olduklarından özellikle Kemal’in Kutlu için yaptığı espirilerden karnımıza ağrılar giriyordu. Her fırsatta Kemal’i geçemeyeceği espiri konusu yapılan Kutlu 4’üncü gün ciddi bir performansla döndü, günün 8’inci en iyi derecesini yapan Kutlu o günü Kemal’in üç sıra üstünde bitirdi. Bu günün sonunda Kemal’in yanına sokulup; ‘Geçmiş olsun, Kutlu olayı kitlemiş’ dediğimde, Kemal tüm afacanlığıyla; ‘Yol verdim ya…’ dediydi ki Kutlu 6’ncı gün etapta benzin deposunu delince işler değişti. Hepimiz bu genç adamdan ciddi bir derece beklerken bu talihsizlikle Kutlu olayı 23’üncü tamamlayabildi. Sağlık olsun be Kutlucum… Yarışın motosiklet kategorisinde birincisi ise KTM’siyle Fransız Jean Brucy oldu. Herkesleri tebrik ediyorum.. 

Ayşe Şule Bilgiç

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu